DÜNYA

Ölüme meydan okuyan insanlar

Dünyanın dört bir yanında birbirinden tehlikeli işlerle uğraşan insanlar ekmeklerini adeta taştan çıkarıyorlar.

Burası Endonezya'nın Java adasındaki sülfür cehennemi...

Bu aktif yanardağ ağzına varillerle kanallar döşenip erimiş sülfürler bir yerde toplanıyor ve oradan alınan sülfürler soğutulup kırılarak bambu sepetlere doldurulup köye taşınıyor.

Buradan da toplanıp banyuwangi şehrindeki fabrikaya gönderiliyor.

Bu sülfür rafine şeker elde edilmesinde ve kauçuk üretiminde kullanılıyor.

Nepal'in yüksek dağlarından olan Nakal Gurung dağının keskin yamaçlarına petek yapan arıların balını almak o kadar da kolay değil...

Derin vadilerden ve yeşil ormanlandan hemen sonra başlayan yüksek dağın yamacına yuva yapan bal arıları, ilkbahar boyunca peteklerini değerli bal ile dolduruyor.

Petekler dolunca insanlarla arılar arasında ölümüne bir savaş başlıyor.

Bu kıymetli balı alabilmek için canını ortaya koyan Nepal köylüleri, dağcıların bile zorlanacağı uçurumlara çıkıp balı alıyor.

Bu sırada ilkel korunma yöntemleri dışında hiçbir koruyucu kıyafeti olmayan bal hırsızları arıların saldırısına uğruyor.

Nepalin bu bal avcılarının bir kısmı arı saldırısından bir kısmı da uçurumdan düşerek yaşamını yitiriyor.

Uçurumdaki kovanlardaki balı kurtarıp aşağıya inenler büyük başarı kazanmış oluyor.

8000 yıldır bal toplayıcılığı yapan Nepallilerin çıkartıkları Nepal balı bugün dünyanın en lezzetli balı olarak biliniyor.

Bu yöntemle her yıl dağlardan 250 ton civarında bal çıkarılıyor.

Balarısı deyince sadece bizim hazır peteklere bal yapan arılardan başka, petek örüp bal depolayan başka arı türleri de var. Genelde diğer türler daha ilkel yaşam tarzı olan arılar. Bu fotoğraflarda gördüğünüz arı da öyle.Tek büyük bir petek üzerinde ve açıkta yaşıyor.

Bu türleri kovana alıp arıcılık yapmak mümkün olmuyor. Bu işlerle uğraşanlara zaten arıcı değil, bal avcısı deniliyor.

PHOTOSHOP DEĞİL GERÇEK! Peru’daki And Dağları’nda yer alan La Rinconada, Güney Amerika’nın ulaşılması belki de en zor yeri.

Deniz seviyesinden 5 bin 200 metre yükseklikte olan küçük maden kasabası, dünyanın en yüksek rakımlı ve ıssız yeri kabuk ediliyor.

Donmuş bir buz tabakasının üzerinde bulunan kasabanın tek ulaşım yolu, günlerce kar yağışı ve fırtına altında yapılan kamyon yolculuğu.

Zor coğrafi şartlar, yaşamayı ne kadar zor kılsa da, La Rinconada altın madenciliği yapan yaklaşık 30 bin kişilik nüfusa sahip.

Şehir o kadar yüksek ve izole ki; su ve kanalizasyon sıkıntısı en büyük problemleri.

Bir çok insan, fakirlik sınırının çok çok altında yaşamını sürdürüyor.

Aslında yüksek irtifalarda yaşamak insanlar açısından hiç de kolay değil. Çünkü yükseklik arttıkça atmosfer basıncı, sıcaklık, havadaki oksijen miktarı ve nem azalıyor.

Ayrıca atmosferin yoğunluğunun azalması nedeniyle yüksek irtifalarda Güneş’in zararlı etkileri çok daha belirgin şekilde hissediliyor.

Örneğin irtifadaki her 1000 metrelik artış, morötesi insanlar üzerinde en önemli etkisi havadaki oksijen miktarının azalması nedeniyle dokulara yeterli miktarda oksijen ulaşamaması.

Bu durumda organizma oksijen eksikliğinin yol açtığı problemleri engellemek ve oksijen ihtiyacını karşılamak için daha hızlı nefes alıp vermeye başlar vekalp ritmi hızlanır.

Ancak vücudun yüksek irtifa koşullarına uyum sağlayabilmesi için belirli bir süreye ihtiyaç var.

Genellikle 2 bin 500 metre yüksekliğe kadar insan vücudunda kandaki oksijen seviyesinin azalmasından kaynaklanan belirgin sorunlar görülmez.

2 bin 500-5 bin 300 metre arasındaki irtifalarda kandaki oksijen doygunluk oranı yüzde 90’nın altına düşer ve vücudun yüksek irtifaya uyum sağlayabilmesi için vücut fonksiyonlarında bazı değişiklikler ortaya çıkmaya başlar.

Ancak bu mekanizmalar 5 bin 300 metreden daha yüksek irtifalarda, örneğin Everest Dağının zirvesinde bulunan bir insanın kanındaki oksijen doygunluk oranı yaklaşık %50’dir. İnsanların birkaç günden daha fazla hayatta kalması için yeterli değildir.

Science dergisinde yayımlanan araştırmaya göre Peru’da yaklaşık 12.000 yıl öncesine ait 4500 metre yükseklikte kurulu yerleşim bölgeleri keşfedildi.

Bu keşif insanların yüksek irtifalarda yaşamaya genetik olarak uyum sağlayabildiği anlamına gelebilir.